Salı, Ekim 12, 2010

Yürüme

Sonbahar… Kütüphanemin önünde durmuş parmağımla kitapları tarıyorum. Aklımda ‘Yürüme’ var... Oruç Aruoba’yı uzun bir süre elime almayıp da şimdi onu tarifsiz bir istekle okumak düşüncesinin tamamen bir tesaadüf olmadığını biliyorum. Bu mevsim adım atma, yürüme ve koşma mevsimi. Bir anlamda yola çıkış...

 
‘Yürüme’yi bulmam uzun sürmüyor. Kitabın ince lacivert kapağında parmaklarımı gezdiriyorum. Çok zaman olduğu belli görüşmeyeli... İlk düz beyaz sayfada sevgili kardeşim Emre Ülker’in narin el yazısı ile yazdığı şu cümle var: ‘...ve canımıza bir eşle yürürüz...’... Çok anlamlı, basit ama bir o kadar derin bir cümle. Emre, bir tarih atmış mı diye bakıyorum bu sözünün altına. Atmamış, ama keşke atsaymış! 1991 olmalı, muhtemelen sonbahar...

Kitabın sayfalarının arasında gezinirken, eski bir dostun gazeteden kesip sakladığım ölüm ilanı ile karşılaşmam, onun, benim bu yazıyı yazacağımı bilip kendini hatırlamamı istemesi olmalı!

Sararmış gazete küpürünün durduğu sayfada şöyle demiş Aruoba:

 Bir yeni yolun başında duran kişi,
henüz hiçbir şey bilmiyordur: Ufku,
bir kaç adım ötedeki ilk dönemece kadar,
ilk yol ayırımına kadar uzanır ancak
- ama bir şeyden emindir:
Yürüyeceğinden...

Bir yola çıkan kişinin varacağı, varabileceği
yerleri önceden kestirmeğe, düşünmeğe,
düşlemeğe, çalışmaması gerekir
- varacağı yerleri belirleyen,
kendi adımları olacaktır.

Bir yerden yola çıkıp bir yola düşen kişinin
Adımlarını yöneten, kendi iç devinim ilkeleridir
o yeri bırakan da odur,
o yola çıkan da, o...

Yol çok büyük bir kavram aslında. Hani hayatı bir yol olarak düşünürsek bu sadece bir vasıtaya binilerek yapılan bir eylemdeki güzergah değil sadece. Hayatın her evresi; alışveriş için çıkılanından tut da, Sri Lanka’ya gitmek için olanı da... her adım, her yürüme, her koşu ve her saniye bir yol.



Arkamda iki bin küsür kişi, önümde 10 kilometrelik taşlı ve çamurlu bir yol. Kanserle mücadele edenlere güç vermek, kaybettiğimiz sevdiklerimizi hatırlamak, bizzat kendimiz ve ailelerimizin çektiği dertleri, zaman zaman dahi olsa şükretmek adına, unutmamak için bu yıl da koşuyoruz. Arkama dönüp bu muazzam kalabalığa bakarken insan nereden, nasıl yola çıktığını hatırlıyor.




Kanser ile ilk tanışdığım gün mesela... Uzun ve engebeli bir yol olduğunu söylemeliyim. Tatsız tutsuz bir şey. Ama yol işte; Aruoba’nın dediği gibi: Ufku bir kaç adım ötedeki ilk dönemece kadar... O yol başka güzel yollara patika oldu yine de bardağa dolu tarafından bakmalı. Mesela Rachel ile, bir daha belki yapamayacağımız, herşeyi geride bırakarak çıktığımız 194 günlük seyahat...


SARS’ın bizi kovalayışı... Kim hatırlıyor şimdi onu?







Borneo’daki ‘one way ticket’lar...






Burma’da yuvarladığımız biralar...




Dağları aşışımız...


Pagodalarda dualar...






Yağmur ormanları...






Türk pilotlarının uçurduğu Myanmar Airways...




Geceliği 3 dolarlık pansiyonlar...





Ne yollardı...!! Ama daha ne yollar var hayatta. Kolay, zor, inişli çıkışlı... Hep bir umut var, gidenler de olsa; o da yolun sonu değil!




Bu 55 dakikalık yolda hiç aklımdan çıkmadınız:


Pempeler içinde uyuyan Nehir http://www.nehir-im.blogspot.com/

Dünyanın en güzel manzarasından bize el sallayan Ayfer teyze...

Her Paris seyahatinde adına bir kırmızı yuvarladığımız Safa...


Bana hep ‘güzel kardeşim’ diye seslenen Oğuz Açan...


Ruhu da kendi gibi melek olan AKM’nin eski doktoru Melek hanım...


Yemek sonraları yürüyüşlerde güzel sohbetine hasret kaldığım Şaban Yıldırım...


Keşke tanışabilseydim dediğim David...


Uzak ve yüksek bir yoldan bizi izlediğinizi, kolladığınızı biliyor ve hissediyorum.


Ve tabii bu yıl da maddi manevi desteğini eksik etmeyen aileme, kardeş ve dostlarıma da binlerce teşekkür:

Rach, Keira Mavi, Daniel Paşa...

Annem, Babam...

Ayşem, Win, Kerem, Zeynep, Alim Jr., Suzan Bal ve Omer...


Parisli Ülkerzadeler (Aslı Sunaç Ülker ve sözünden çıkmadığı beyi Emre Ülker)

Semin Gümüşel...

Selim Tuncel, Sibel Özsoy...

Hadi Elazzi...


Sally...


Di ve Rupert...


Emma ve Leon...


Gonzalo Shoobridge...


Her daim bana gaz veren; her fırsatta kah çölde, kah Avrasya maratonunda hayır kurumlarına sonsuz destek için koşan, yollara düşen Hürriyet yazarı Yonca Tokbaş...


Ve tabii ki bu yıl özellikle onun için de koştuğum, gördüğüm en iyi savaşçılardan biri Şule Ayral... (ayrıca yüreği çok büyük bir ailesi var, okuyun...)

www.suleayral.blogspot.com

Evet hayat bir yol. Koşmasanız da yürümeye devam!

Not: Bu yıl kendi rekorumu kırarak 10 kilometreyi 55 dakika 35 saniyede tamamladım. Bir hafta her yerim ağrıdı ama olsun unutulmaz günlerden biriydi.