Cumartesi, Mayıs 03, 2008

Var Mı Şu Kapıların Dili?


Anabella geçen hafta Muscat tatilinden döndü. Kevin Melbourne'e yolcu. Marieke Hong Kong ofisine tayin edildi.Tiffany Kopenhag'daki toplantı sonrasında belki Stockholm'e de çıkarım diyor. Fiona Singapur dönüşü uğradığı Kuala Lumpur'dan atıştıracak bir şeyler getirmiş.


Dünya bu yakada küçük. Her yer sanki iki adım mesafede. Oysa ki bizim tarafta dünya büyük. Her yer uzak. Gitmek zor. Kaş'tan balıklama atlayan adam öyle isteyince iki kulaç atıp Meis'e gidemez. Her yol önce Taksim'den, Beyoğlu'ndan geçer. Konsolosluğa selam vereceksin. Neredeeee, selam yetmez... Euro'cuklari sayacaksın. "Gelmişimi ve geçmişimi... rica ederim buyurunuz" diyeceksin. Bitmedi, yıllarca çalışıp da kazandığım iki kuruş buradadır diye banka hesap cüzdanlarını vereceksin. Gerekirse ağlayacaksın zırlayacaksın, sıkıyorsa küfürü basacaksın. Basamıyorsan, kapıda sanki anadan doğma Anglo Sakson'muş gibi Sir Winston Breakfast Tea edasıyla duran ve sana her fırsatta "höt" ve "zöt" diyerek dağdaki keçi muamelesi yapan çoban suretine selam duracaksın. Iste budur bizim halimiz. Simdi bizim Amasyali "Yok abi, Ingiltere'ye gelmem baska bir ulkede bulusuruz" deyince nasil kizarsin! Canin sagolsun Amasyali, biz haftaya Paris'teyiz...