Perşembe, Temmuz 26, 2012

Çocuklarla Yollarda; Budapeşteden Atina'ya... 2. Bölüm


Nerede kalmıştık? Evet çocuklarla Tuna kıyısında yürümekteydik... Daha önce söylemiş miydim bilmiyorum ama topu topu bir öğleden sonramız ve akşamımız var Budapeşte'de. Sabaha Atina'ya hareket!



Tuna Nehri... Okul yıllarında tarih derslerinde, hikaye gibi dinlediğim savaşlarda hep kritik rol oynamış bu doğal sınırı gözle  görmek başka bir şey. İnsanın kafasında yarattığı resim ile gerçek çoğunlukla farklı oluyor. Mesela ben Tuna'yı biraz daha dar ve suyun renginin kurşuni gri olacağını düşünmüştüm. Oysa ki Tuna epeyce geniş ve suyunu rengi de sütlü kahve!


Görünüş bir tarafa, yüzyıllarca Osmanlıların bu nehir çevresindeki mücadelesi boşuna değil! Günün sonunda iş ekonomi ve onun getirdiği güce bakıyor. Ne demek istediğim kafanızda canlansın diye bir iki ansiklopedik bilgi vereyim. Tuna 10 ülkenin sınırları içinden geçip, dört başkent aşıp (Viyana, Bratislava, Budapeşte, Belgrad) Karadeniz'e dökülüyor. Uzunluğu 2779 km ve bunun 2415 km'lik bölümünde seyrüsefer yapılmaktaymış! Yani tarihte Tuna boylarını ele geçiren epey yaşamış! Osmanlı'nın en hızlı kazandığı muharebe olma özelliği gösteren Mohaç ile iki saatte Macaristan'a girilmiş. Yıl 1526. Bu savaş ile Osmanlı o dönemdeki Hıristiyanların en önemli müdafaa hattını böylece kırmış ve 145 yıl Tuna boylarını elinde tutmuş. Ben bilgiyi verdim. Siz tarihten kendi dersinizi çıkarın!





Tarihin detaylarına girip bunalmayalım. Meşhur Budin Kalesi'ni görmek üzere Tuna'yı sol kolumuza alıp, şehrin önemli eserlerinden olan Zincirli Köprü istikametine doğru yürüyoruz. Kordon boyu herkesin kullanabilmesi için geniş tutulmuş; bisiklete binenler, yürüyenler, koşanlar, piyasa yapanlar, mercimek fırın noktasına gelmiş sevgililer, bizim gibi göçebe turistler, banklarda oturmuş kıkırdayan tonton nineler ve o kadar yoğunluk içinde kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde kendine yol bulmuş turuncu BKV tramvayları... Sağ kanadımızda Paris'e kafa tutacak güzellikte binalar... Ama arada, o güzelliği bozmak için yapılmış gibi gözüken, 'eski rejim'in karanlık beton yapıları...



Zincirli Köprüye yaklaşırken çocukların karnı acıkıyor. Aman önemli kural! Çocuğu özellikle gezilerde aç bırakmayacaksın. Aksi takdirde bir kaç dakikada ayvayı yersin! Her türlü erzağı ve ıvır zıvırı barındıran ailemizin olmazsa olmaz 'siyah çantası'ndan hemen kuru kayısı ve fındıklar çıkıyor. O da yetmezse yulaflı gofretden, pirinç peksimetine kadar zengin ürün gamımız mevcut vesselam!


Kısa bir piknikten sonra Budapeşte'nin ilk ve en güzel köprüsüne geliyoruz. Karşımız Peşte! Bizim gibi, saatlerce, köprü trafiğinde cebelleşen ve sinir sistemi laçka olan toplumlar için bu tip köprüler terapi gibi! İki git gel ağlarsın... Istanbul'da derdinin büyüklüğünü anlarsın...!


Köprünün dört ayağını süsleyen ‘Oturan Aslanlar’ heykeltıraş Janos Marsolska tarafından yapılmışlardır. Efsaneye göre, köprünün açılış günü, taş işçilerinden birinin heykeltıraşın aslanların dilini yapmayı unuttuğunu söylediği ve bu yüzden de heykeltıraşın utanç içinde Tuna Nehri’ne atlayarak hayatına son verdiği anlatılır. Bu, köprüye hava vermek için yazılmış bir efsanedir.  İnanmayın! Marsolska intihar etmemiştir. Hatta tam tersine, aslanlara neden dil yapmadığını soranlara cevabı ‘Bunlar aslan, köpek değil’ olmuştur! Marsolska günümüzde, Türkiye'de sanatını icra edip böyle haddini bilmez tavırlarla konuşsaydı, eminim anasını alır Budapeşte'ye döner, ya da 'Silivri'de bir süre sinirlerini yontardı!

Budin Kalesi'ne şöööyle aşağıdan kafayı kaldırıp bakınca, kıvrıla kıvrıla tepeye doğru çıkan parke taş döşeli dik yokuşu gözümüz yemedi ve hemen fenikülere yöneldik. Çocuklar feniküleri görünce epey sevindiler. Bu yaşta etraftaki ıvır zıvır ile onları oyalamak kolay, ama yaşları biraz büyüyünce "Hadi kalk Budin Kalesi'ni göreceğiz" desek fırçayı yeriz.


Feniküler 1870'de yapılmış. İki kulübemsi araçtan oluşuyor. 800 HUF civarı - 5 TL - bir para alıyorlar adambaşı. Çocuklar fasulye! Ağır ağır dik tepeye doğru yol alırken aşağımızda kalan manzarayı seyretmeye doyum olmuyor. Gözüm hemen Osmanlı'dan kalan eserleri arıyor ama öyle gözle görünür bir şey yok. Şaşırmamak lazım çünkü 1686'daki Kutsal Kuşatma esnasında kale çok ciddi hasar görüyor. İş onla kalsa iyi, yüzyıllar boyunca süren savaşların üzerine bir de Nazi işgali... Bir çok yapının bu kadar iyi bir biçimde hala ayakta kalabilmesi  bana sorarsanız mucize. Kale gerçekten şehir gibi. Sandor Sarayı, Macar Ulusal Galerisi ve Budapeşte Tarih Müzesi'ni ancak dışardan tavaf edebiliyoruz. Kale'nin manzarası en güzel noktasında keman çalan yaşlı amcanın notalarını bir süre dinledikten sonra inişe geçiyoruz. Feniküler yerine kalenin yan cephesinden yılan gibi kıvrılan parke taşlı yoldan inmek puset ile biraz zor oluyor, ama hem kalenin görkemini daha iyi anlamak hem de altımızda uzanan Tuna manzarasını doya doya seyretmek için harika bir parkur bu! Çocuklar da parke taşların üzerinde zıplayarak kendilerine oyun yaratıyorlar.


Güneş artık dağların arasında kaybolmak üzere. Ekim ayındayız. Gündüz üşütmeyen hava güneşin gitmesiyle bir anda soğuyor. Çocuklar artık acıkmaya ve yorulmaya başladılar. Karanlık çökmeden Zincirli Köprü'yü geçip Peşte'ye ayak basıyoruz. Paşa, köprü üzerindeki aslan heykellerine bayılıyor. Aslan kükremesi gibi sesler çıkarıp bol bol kıkırdıyor.





Jozsef Atilla Caddesi boyunca yürüyoruz. Sanki salgın hastalık yaşanmış da, insanlar kaçmış gibi şehir bomboş! Kaleden bol bol kubbesinin fotoğrafını çektiğimiz St. Stephen Kilisesi'nin önündeyiz. Bence bu basilika, parlamento binası ile beraber şehrin en güzel, en göze çarpan binası. Bu bölge eski yapıları, şık kafeleri, restoranları ve barları ile Roma'yı anımsatıyor. Sokaklar trafiğe kapalı olduğu için  yürüyüş de keyifli.

Artık karnımız zil çalıyor. Yerel Macar yemeklerini tadabileceğimiz bir yer arıyoruz ama tüm mekanlar sanki 'ne kadar az Macar, o kadar iyi' sloganını benimsemişler gibi!! Türk hatta Kore lokantası bile var ama Macar yok! Epey bir turladıktan sonra kendini 'aman kimse beni bulmasın' dercesine saklamış, daracık bir Macar sofrası buluyoruz. İki çocuk ve pusetle içeri girdiğimizde, tezgahın ardında oturan teyze, okuma gözlüklerini şöyle bir indirip, 'nereden çıktınız' der gibi bize bakıyor. Teyze, sanki biz yokmuşuz gibi tekrar okuduğu gazeteye gömülüyor. Loş lokantanın duvarları köy vari kap kacak, antika çatal bıçak, bardak gibi eşyalarla süslenmiş. Sempatik desem değil, çirkin desem o da değil...! Lokantada bizden başka kimse yok. Açlıktan ölmemize az kaldı. Teyze hala istifini bozmuş değil! Sonunda yerinden kalkıp masamıza yemek listesini bırakıyor. Liste baştan sona Macarca. Höttörö itttürü möttörö... Hatunda İngilizce yok, bizde de Macarca! Rachel'ın kırık Almancası da pek işe yaramıyor. Evrensel Tarzanca ile anlaşmaya çalışıyoruz. Macar gulaş, yanına iyisinden bir Tokaji şarabı hayalleri kurarken, spesiyalitesinin safi patates olduğu bir mekana geldiğimizi anlamamız uzun sürmüyor.




Papates kızartması, patates püresi, fırında patates... Yanına lahana turşusu salatası! Tayzeye şarap soruyorum. 'Nem' diyor! Bira.... o da 'nem'!! Mustafa Balbay bizimle seyahat ediyor olsaydı şüphesiz hemen şu maniyi yakardı 'Nem nem, bize yok bu akşam dem!!'... 




İçimiz dışımı patates olmuş bir biçimde geceyi tamamlıyoruz. Macar gulaş ve Tokaji sevdası bir başka Budapeşte ziyaretine kalıyor. 

Gecenin karanlığında, kendi adımlarımızın gürültüsü dışında tek bir gürültünün olmadığı ıssız caddelerden geçip kendimizi yatağa atıyoruz. 



Sabah çok erken saatte başlayan bu yolculuğun starı tartışmasız kızım Keira Mavi. 5 yaşında ve bizim gibi yürüme histerisine tutulmuş bir anne baba ile olmasına rağmen, her daim bize ayak uydurup 'gık' bile demedi! Aferin kızıma!!!!

İşte, 24 saatlik Budapeşte maceramız böylece tamamlanıyor. Yarın ver elini Yunanistan...

Okura not: Biz bu seyahati gerçekleştirdikten kısa bir süre sonra Macar Havayolları Malev battı!  

  

2 yorum:

  1. yeni iki çocuk babası olarak , iki çocuklu ailenin gezebildiğini görmek çok freahlatıcı ... ilham veriyorsunuz teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Yarın 5 yaşında ikizlerle Budapeşte'ye gidiyoruz bu yazı çok hoşuma gitti:)

    YanıtlaSil

Yorumlariniz alinir!